Büksel’in sosyal medyada gezginler tarafından nedense kötü propagandası yapılıyor. Kısacası sevmeyeni çok bu şehrin. Biz pek de aynı fikirde değiliz. Kesinlikle görülmesi gereken bi Avrupa şehri. Siyasi konumu dolayısıyla sıkıcı bi havası olan bi şehir ön yargısına kapılmayın. Vaktiniz varsa bi günde gezebilceğiniz güzel tarihi bi Avrupa ülkesi. Eğer Almanya’ya ya da Hollanda’ya geldiyseniz Belçika’ya günü birlik gezi planlayabilirisiniz.
Bir zamanların bataklık şehir olarak anılan Brüksel, bağımsızlığını kazandıktan sonra 19.yy’da ciddi bir kalkınma gösterdi. Özellikle NATO ve AB’nin başkentliğini konumuna gelmesiyle ünü ve kalkınması hayli arttı. Avrupa’nın siyasi ve çikolata başkenti olan Brüksel’in tabii ki ilgimizi çeken kısmı çikolatası oldu:). Belçika resmî dil olarak Felemenkçe, Fransızca ve Almancayı kabul etmiş. Brüksel de ise Fransızca ve Felemenkçe geçerli.
Biz Brüksel’e Frankfurt’ta aracımızla geldik, yolculuk 6 saat kadar sürdü. Almanya ve Hollanda’da olduğu gibi Brüksel’de de yolların ücretsiz olması bizce güzel bir durum. Yalnız şunu da belirtmemiz gerekir; eğer arabayla geliyorsanız ya da araba kiralamayı düşünüyorsanız, özellikle şehir giriş ve çıkışlarında trafik problemi olabiliyor, kendinizi ona göre ayarlayın. Araç parkına gelince, şehir merkezinde kapalı park alanı mevcut ama biraz pahalı. Tip: Yine de güvenlik açısından Brüksel’de rastgele bi yere arabanızı park etmeyin deriz.
Gezilecek Yerler
Galleries of Saint Hubert, Brüksel’in tarihi değişimine ışık tutan bir yapıdır. Bu eser, mimar Jean-Pierre Cluysenaar’ın 1845 yılında Brüksel’in eski ve karanlık sokaklarını yıkıp, yerine modern ve aydınlık bir geçit yapma kararı almasıyla başlamış. 1847 yılında açılan galeri, Avrupa’daki ilk camlı alışveriş merkezi olup, aynı zamanda en zarifi sayılmış. Tarihi büyük bir pasajın içinden geçiyorsunuz. Kesinlikle görülmeye değer. Zaten merkeze yürüme mesafesinde hemen ulaşabilirsiniz.
Grand Palace Brüksel: Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri olan bu meydan aslında 11. yüzyılda küçük bir pazar yeri olarak kuruluyor, sonrasında 17. yüzyılda Fransız bombardımanda yıkıldıktan sonra şuanki halinde en yakın diyebileceğimiz şekilde inşa ediliyor. Tip: Çok çeşitli festivalleri ile meşhur bu mekânı gezmek istiyorsanız, bizce en güzel zamanlardan biri; her iki yılda bir Ağustos ayında meydanın ortasına serilen devasa çiçek halı serilme zamanı.
Manneken Pis; Brüksel’in en önemli simgelerinden olan bu heykel, Flamanca’da “İşeyen Küçük Adam” anlamına gelir. Heykel ifade özgürlüğü ve demokratik değerleri için bir simge olarak kabul ediliyor. Brüksel’in sembollerinden biri olarak listede olması gereken bir yer.
Atomium: 1958 yılında Dünya Fuarı için yapılan bu yapı, dokuz adet 18 metre çapında paslanmaz çelik küreden oluşuyor. Bilimsel ilerlemenin ve nükleer enerjinin barışçıl kullanımının bir sembolü olarak tasarlanan bu yapı Brüksel’in önemli simgelerinden olan bu yeri, Biz zaman kısıtlaması nedeniyle ziyaretimizi bir sonraki gelişimize bıraksak da, bu yeri, bizce gelmişken kesin görün, sonra içinizde kalıyor :).
Yiyecek İçecek:
Le Funambule: Brüksel’e gelip waffle yemek tabii ki olmazsa olmazdı, biz de soluğu bu mekânda aldık. Tabii ki bir Ortaköy’de Boğaz manzarasında başka olur ama burasınınki de güzeldi. Üstü çikolatalı olanlar favorimiz oldu. Belçika çikolatasıyla birleşen harika bi lezzet. Krema olanları en son tercih edin deriz, pek ekstrasını anlamadık.
La Friterie: Gelelim bizim için burada efsane diyebileceğimiz bir tada, patates kızartması diye geçip gitmeden herkesin denemesi gereken bir lezzet. Önünde uzun kuyruğu beklemeye kesin değecek bi mekan. Öncelikle dondurulmuş patates kullanmadan taze patatesler ile yapıyorlar. Özellikle soslar bu işe efsoluk katan nokta. Biz Samurai soslu olanı aldık. Acı sevmeyenleri uyaralım, biraz acılı ama güzeldi.
